Umut istiyoruz

Saara Yılmaz Özenç'in yazısı... Halk sokaklara dökülüyor. Her gün başka bir nedenle yürüyor. Teröre lanet diyor, Maaşlara zam diyor, sosyal haklarımız elimizden alınıyor diyor, özelleştirmelere dur diyor, kadrolaşma diyor, işsizlik bitsin diyor, eğiti

Umut istiyoruz

Saara Yılmaz Özenç'in yazısı... Halk sokaklara dökülüyor. Her gün başka bir nedenle yürüyor. Teröre lanet diyor, Maaşlara zam diyor, sosyal haklarımız elimizden alınıyor diyor, özelleştirmelere dur diyor, kadrolaşma diyor, işsizlik bitsin diyor, eğiti

Umut istiyoruz
16 Şubat 2010 - 22:54
Reklam

Saara Yılmaz Özenç'in yazısı... Halk sokaklara dökülüyor. Her gün başka bir nedenle yürüyor. Teröre lanet diyor, Maaşlara zam diyor, sosyal haklarımız elimizden alınıyor diyor, özelleştirmelere dur diyor, kadrolaşma diyor, işsizlik bitsin diyor, eğitime destek istiyor. Vatandaş umut istiyor. Eğitim umut demek, hayatta kalabilecek kadar barınmak ve beslenmek umut demek. Bir çocuk umut demek. Bilim ve sanattan uzak olan "açlık ordusu" ekmeğe doymak için çeteleşmeye itiliyor; cemaatleşmeye olan öfkesini kendini bu hale getirenlere değil de mal mülk sahiplerine ya da kendinden zayıf gördüklerine yöneltiyor. Hürriyete doymak için ırkçılığa, bencil bir adalet arayışına, kaderciliğe, başkasının sırtından geçinmeye itiliyor ve üstelik kendisini bu duruma mecbur eden sermaye düzeninin küstahları tarafından da aşağılanıyor, hor görülüyor. Halkı yönetenler, vatandaşın üzerinden elini çekmeye yönelik açılımlara, reformlara yelken açmış, ne olursa olsun yollarından dönmeyeceklerini söylüyorlar. Masum insanlar teröre kurban gidiyor, açlık ordusu sokaklara dökülüyor, ırkçılık deniyor, açlık deniyor, etnik köken deniyor ve bencil bir adalet anlayışıyla Türk Türk'e kırdırılıyor. İnsan olmanın kazandırdığı bazı haklar vardır ki; herkes için var olmalıdır bu haklar. Temel ihtiyaçlarda eşitlik yok. Umut en büyük temel ihtiyaç; fırsat eşitliği en büyük temel hak ama bugün ihtiyaçları karşılanamayan insan sayısı çığ gibi büyüyor. Serseri mayın gibi hedeflerini seçemeyen, doğuştan şanssız, canlarından başka kaybedecek pek bir şeyi olmayan insanlar, canlarını aldıkları kişileri hayatı pervasızca hayatı savuranlar olarak görüyorlar. Asıl sorun onlara lanet okuyan, kendilerini sağlıklı adlandıranlardadır. Maşa olarak kullanılan bu insanların şartları gözden geçirilmeli ve onları kullanan asıl vicdansızların üzerine gidilmelidir. Sağlıklı beyinlerin hızla azaldığı günleri yaşıyoruz. İnsanlar insanların vicdanına, kaderleri onların ellerine teslim edilirse olacaklar bundan öteye gider mi? Demek ki; devlet vatandaşın üzerindeki eli hep hissettirmeli. Bakın sosyal güvenlik reformlarına; bu reformlar bile yaşam kalitemizin düşüşünün göstergesi. Hızla değişim sürecine girdik ve bu ülke buna hazır değil. Bu ülkede umutlar hızla sönüyor. Devlet vatandaşı kaderiyle baş başa bırakıyor. Böyle bir değişim- gelişim süreci bu ülkenin ihtiyaçları ile örtüşmüyor. İşsizlik had safhada, eğitimde kalite düşüyor, meslek kuruluşları devletin kurumları ile sorunlar yaşıyor. Kişilerin eylemleri, kurumların itibarlarını zedelemek maksadıyla dillendiriliyor. Kutsal saydığımız ordumuzun üzerinde karabulutlar dolaşıyor. Bu kadar güvensiz bir ortamda terör artık doğudan batıya göç etti. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bu insanlar umutlarını da yitirince aidiyet duygularını da yitiriyor. Doğu köyleri sosyal bir plan kapsamında boşaltılmadığından terör nedeniyle yine halk mağdur olmuş ve bugün bu insanlar rüzgarda savrulan yapraklar gibiler. Hayatta kalmak zorundalar ve yaşamak için belki her yolu mübah sayıyorlar. Kör sağır dilsizi oynamayalım. Son günlerde yaşananlar bizi duyun feryatları. Yaşanan olaylar tesadüf değil ve bundan sonra yaşanacakları tahmin etmek hiç de zor değil. Birileri bu eylemleri, kundaklamaları, terör cinayetlerini bir yerlere dayandırmaya çalışıyor. Bence adlarına açılım yaptıklarını söyleyenlere dersini yine bu insanlar vermeli ve sermayenin gücüyle bir iki aşiret başının isteğini fırsat bilenlere de seslerini duyurmalılar. Tabandaki halk huzur, refah, eğitim, sağlık, güven ve her şeyden çok aidiyet duygularının zedelenmemesini istiyor. Bir ağaç gibi tek ve hür, Bir orman gibi kardeşçesine, Bence bu iki mısra özlenen Türkiye tablosunun en iyi ifadesidir. Acısıyla tatlısıyla bu yılı da geçmiş olarak kayıtlara ekledik. Dileriz 2010, değiştirebileceklerimizi değiştirebilme, değiştiremeyeceklerimizi göğüsleyebilme gücüne sahip olacağımız, geçmişi unutmadan, geleceğe daha da umutla bakabildiğimiz bir yıl olur.