Saadet Partisi Bahçelievler İlçe Kadın Kolları Başkanı Fatma Okumuş, hükümetin Demokrasi Paketi ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Gazete365'e yazılı bir açıklama yapan Fatma Okumuş, şunları söyledi;
On iki yıllık AKP hükümeti göreve geldiği günden itibaren, gafilce - Milli Görüş’ün ortak olduğu hükümetlerin dışındaki - bütün hükümetlerin dört elle sarıldığı AB sürecine hizmet etmiş, Cumhuriyet tarihi boyunca cesaret edilemeyen hususları oldubittiye getirerek TBMM’de kanunlaştırıp milletimizin genlerine müdahalede bulunmuştur. 2002-2004 tarihleri arasında sekiz adet kapsamlı uyum paketi kanunlaştırılarak zina suç olmaktan çıkarılmış, eşcinsellere vakıf dernek kurma imkanı tanınmış, yabancılara toprak satışının önü açılmış, domuz eti kasaplık et sınıfına alınmış ve besicilerine Ziraat Bankası’ndan destek kredileri sağlanmıştır. 29 Ekim 2004’te AB Anayasası Başbakan Erdoğan ve dönemin Dışişleri Bakanı şimdiki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından imzalanmış, AB sürecinin hızlı ilerlemesi için ülke tarihimizde ilk defa hususen AB Bakanlığı tahsis edilmiştir. Milli varlığımıza müdahale sadece AB projesi çerçevesinde kalmamış, milli egemenliğimizi “egemen güçlerle” paylaştığımız BM İkiz Yasaları 2003’te hemen gündeme alınmıştır. Türkiye’mizin kuruluş ruhuna ve milli kimliğine aykırı şekilde her türlü siyonist-emperyalist projenin taşeronluğu yapılmıştır ve yapılmaktadır. 20 Mart 2003’te ABD’nin ikinci Irak işgaline utanç verici şekilde destek verilmiş, hava ve deniz limanlarımız ABD’nin emrine sunulmuş, iki milyon Iraklı’nın kanına elimiz bulaştırılmıştır. Büyük İsrail’in piar çalışması olduğu bütün dünyaca bilinen ve 22 ülkenin sınırlarının değişmesini bünyesinde barındıran BOP’un eş başkanı olarak başbakanımız görevlendirilmiş, İspanya’nın istifa etmesine karşın Sayın Erdoğan projenin eş başkanlığına devam etmektedir.
Bu bağlamda Suriye’de yaşananlar karşısında AKP hükümetinin tavrı bize on iki yıl önce 2003’te Irak’ta izlenen siyonist-emperyalist işgalin yanında yer almasını hatırlatıyor ve Suriye’de yaşanan kardeş kavgasına su olmak yerine benzin dökerek on iki yıl önceki izlediği işbirlikçi politika ile son derece tutarlı olarak bölgede İsrail’in güvenliğine en çok hizmet eden hükümet görünümünü ortaya koyuyor.
Maalesef 27 Eylül 2013 tarihinde yapılan BM zirvesinde ABD’nin yer aldığı “Baş Masa”da oturmakla övünen bir devlet erkanının varlığı ülkemizin bahtsızlığıdır.
Siyonizm’in hizmetçileri Neo-Con’lara ABD Başkanı Obama’nın dahi “Dur” dediği bir dönemde, Türkiye’nin Neo-Con politikalarına ABD’den daha uyumlu davranması, AKP hükümetinin “şahsiyetli değil, teslimiyetçi dış politika”da geldiği son noktayı gözler önüne sermektedir. ABD Başkanı’nın dahi devleti kilitleme pahasına da olsa direndiği yapıya karşı AKP’nin teslimiyetçi yolu yol değildir. AKP hükümetinin bunu kavraması ülke varlığımız için bir mecburiyettir. BM’nin yapısında reform teklif etmek, yapısını eleştirmek, BMGK üye sayısını beşten yirmibeşe çıkarmayı teklif etmek, 2014’te BM’yi “revize” etmek için İstanbul’da toplantılar önermek, ne ülke olarak bizim, ne İslam aleminin, ne de dünyanın içinde bulunduğu sorunları ve adaletsiz yapıyı değiştirmeye yetmez. BM bizzat küresel çaptaki sorunların asıl kaynağıdır.
Şu ana kadar ABD’ye en çok ziyaret yapan başbakan unvanını 18 ziyaretle Sayın Erdoğan elinde tutmaktadır. Kendisini altı ziyaretle merhum Özal takip etmektedir. Buna karşın Başbakan, “Yeni Bir Dünya” hedefi ile kurulan, “savaş değil barış, çatışma değil diyalog, sömürü değil işbirliği” prensiplerini benimseyen sekiz ülkenin dünyadaki sömürgeci yapıya karşı cesaretle bir araya geldiği D-8 zirve toplantılarına iki defa katılmış olup, katıldığı bu zirvelerde katılımcılara kurulu emperyalist sömürücü global sisteme direnmenin anlamsızlığını ve faizin tanımının yeniden ele alınmasından dem vuran konuşmalar yapmıştır.
Geldiğimiz aşamada Sayın Başbakan tarafından 30 Kasım 2013 tarihinde açıklanan “Demokratikleşme Paketi” diye önümüze konulan paket içine bir iki sahte elma şekerinin konularak çoğunluğun azınlığa tabi edilmeye çalışıldığı 250 yıllık kompleksin bir başka versiyonu ile karşı karşıya olduğumuz açıktır. Bu pakete karşı en sağlam tepkiyi ortaya koyacak kitlelerin tepkisinden paketi muhafaza etmek için ise başörtü ile ambalajlayıp örtmeye çalışılarak aziz milletimizi aşağılayan Islahat Fermanı gibi bir paket ortaya konulmuştur. Bu paketle bir kez daha AKP’ye bağlanan ümitlerin boş ümitler olduğu gözler önüne serilmiştir.
Paketin içerisindeki her şeyi bir kenara koyup sadece “nefret suçu” meselelerini ele aldığımızda dahi paketin ne kadar yüksek tesirli bir bomba olduğunu anlamak zor olmayacaktır. Batı toplumlarının fikri hürriyet kavramına bakışlarını sorgulamadan olduğu gibi kabul etmemiz bizi kendi medeniyet köklerimizden uzaklaştıracaktır. Bugün Batı toplumuna neyden nefret edeceği, neyi seveceği dikte edilmektedir. Bir Fransız entelektüeli holokostun yokluğu ihtimali ile ilgili tek kelime dahi yazamamakta, konuşamamaktadır.
Batılılar tarafından 21. yüz yılın en kirli kelimesine dönüştürülen “demokrasi” adıyla sunulan pakette yer alan “nefret suçları” başlığının ülkemizde ifade özgürlüğünün önünde büyük bir engel olacağı aşikârdır. Siyonizmin dünya barışına verdiği zararları ifşa etmek, İngilizler’in İstanbul’u, İtalyanlar’ın Konya’yı, Ruslar’ın Kars’ı, Ardahan’ı işgal ettiğini, Fransızlar’ın bir kısım Ermeniler’i İstiklal Harbi esnasında silahlandırdığını anlatmak acaba nefret suçlarının kapsamında mı ele alınacaktır?
Her fırsatta “millet iradesi” edebiyatı yapan AKP, millet iradesinin önündeki en büyük engel olan seçim barajı ile ilgili ortaya koyduğu yeni önerilerle bu barajı daha yukarılara çekerken, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu “Parlamenter sistemde kalınacaksa yüzde 10 barajı kalmalıdır, barajı düşürmeyi doğru bulmam.” diyerek, seçim barajı noktasında ne kadar samimiyetsiz olduklarını ortaya koymuştur. Aslında AKP sunduğu sözde “alternatifler” vasıtasıyla da resmen kendi siyasi ikbaline yatırım yapmıştır.
Bu paketin kamuda başörtüsü serbestîsine kısmi bir rahatlama getireceği açıktır. Ancak yasalarımızda hiçbir dönem yasak hale getirilmemiş olan “başörtüsü”ne kamuda çalışan bayanların bir kısmı için yasak getirilmiştir. Paketin bu şekilde uygulanması durumunda, “başını örtüp kamu görevlisi olmak isteyenler hâkim, savcı, asker ve polis olamaz” ibaresi kesinlik kazanacaktır. Geçtiğimiz yıl yayınlanan kılık-kıyafet yönetmeliğinde de benzer bir hata yapılmış, bu yönetmelikle imam-hatip okullarının dışındaki eğitim kurumlarında “başın açık olması” yönetmelikle sabitlenmişti. Şimdi de kamuda görev yapan insanlar arasında aynı ayrım yapılmıştır.
Camide cemaatle kılınması gereken Cuma namazları çözüme kavuşturulmazken, öğretmen ve öğrencilerimiz suç işliyorlarmış gibi merdiven altlarında ve köşe bucak yerlerde namaz kılmak için çabalamaktan kurtarılamamıştır.
3 Kasım 1839 Tanzimat’tan itibaren yaklaşık 250 yıldır kökleriyle problemli, çapsız siyasetçiler eliyle tutulduğumuz Batı hayranlığı ve taklitçiliği hastalığının en son ürünü olan “Demokratikleşme Paketi”nde, tüm azınlıkların ibadet mekânları iade edilirken, çoğunluğun gasp edilmiş hakkı, yılların hasreti ve vebali Ayasofya Cami’ni pakete sığdırılamamıştır.
Görüyoruz ki; bu paketler, uyum yasaları, ülkemizin kurucu unsuru olan milletimizin lehine işlemiyor. Müslüman Kürtlerin, Müslüman Türklerin, Arapların, Çerkezlerin temel sorunları olduğu gibi durmakta hatta daha da ağırlaştırılmaktadır.
Osmanlı’nın çöküş dönemiyle birlikte tüm Cumhuriyet Dönemi boyunca ülkemizin içinde bulunduğu maddi ve manevi problemlerimizin çözümünü köklerimizde, özümüzde aramayıp, ruhumuza aykırı düzenlemelerle, İslam’ın vahyine muhtaç kokuşmuş Batı toplumunun kangren olmuş sorunlarına el yordamı ile ve büyük bedeller ödeyerek bulduğu çözümleri kendi derdimizin dermanı sayarak tatbik etmeye kalkışmak en hafif tabiri ile cahillik olarak izah edilebilir ancak. Batı, mesele çözme kabiliyetine haiz değildir. Bunu anlamak, kavramak zorundayız. Batı her zaman bataklıkla değil, sineklerle meşgul olur. Bataklıkla mücadele edecek bilgi bünyesinde mevcut değildir.
Tekraren ifade ediyoruz ki gitmekle aşındırdığınız kapılar derdimizin dermanı değildir. Bu coğrafyanın dermanı kararlı bir şekilde İslam birliği için çalışmaktır. AKP’nin ne bu dermanı görmeye ne de bunun için gayret etmeye mecali yoktur. Sayın Başbakan’ın da ifade ettiği gibi hükümetin yolu birinci Körfez Savaşı’nda ABD’nin yanında yer alan Özal’ın yoludur ve bizler Saadet Partililer olarak o yolun sonunun gözyaşı, acı ve zulüm olduğunu çok iyi biliyoruz.
Saadet Partisi aziz milletimize ve şerefli mazimize karşı vazifesinin şuurundadır. Önümüzdeki yerel seçimler “Bu böyle gitmez!”, “Bu durum sürdürülemez!” demek için büyük bir fırsattır. Merhum liderimiz Mücahit Erbakan’ın çarpıcı ifadesi ile “Toprak ayağımızın altından kaymaktadır”. İstisnasız her memleket evladının gaflet halinden kendisini silkelemesi şarttır. Aksi halde, içinde bizim de ülke olarak payımız olan çevre ülkelerde yaşanan felaketlerin daha büyüklerine muhatap olacağımız kapatılamaz, üstü örtülemez bir gerçektir. Önümüze konulacak ilk sandık olan yerel seçimlerde diğerlerinden değil sadece Milli Görüş’ten, Saadet Partisi’nden yana tavır koymak tüm oyunları bozmak anlamına gelecektir. Saadet Partisi Kadın Kolları teşkilatları olarak milletimizi bu şuurla davranmaya, oyunları bozmaya davet ediyoruz.