Emek hareketinin krizi ve çıkış yolları

Yazdığı makalelerle sık sık Gazete365’e konuk olan ünlü siyasetçi, CHP Bahçelievler Eski İlçe Başkanı Dr. Hüseyin Özkahraman, yerel yönetimleri konu alan makalesi sizlerle...

Emek hareketinin krizi ve çıkış yolları

Yazdığı makalelerle sık sık Gazete365’e konuk olan ünlü siyasetçi, CHP Bahçelievler Eski İlçe Başkanı Dr. Hüseyin Özkahraman, yerel yönetimleri konu alan makalesi sizlerle...

Emek hareketinin krizi ve çıkış yolları
06 Mart 2013 - 12:52
Reklam

Emek hareketinin krizi ve çıkış yolları
Emeğin kurumsal temsilcisi ve bir sınıf örgütü olan sendikalar; çalışanların çalışma yaşamlarına ilişkin sorunlarını çözmek, ortak haklar ve çıkarlarını koruyarak geliştirmek için kurdukları ve örgütlendikleri yapılardır. Bütün çalışanların siyasal görüşüne bakmaksızın din, dil, ırk ve cinsiyet gibi ayrım yapmadan bütün emekçileri kapsamında toplamak isterler. Ekonomik ve demokratik birer tüzel kişiliğe sahip sendikaların, evrensel ölçekte uzun ve çekişmeli bir mücadele tarihleri vardır ve kapitalizm ile birlikte ortaya çıkmışlardır.
Kapitalizmin doğuşu olan 17. yy’da, işçi sınıfının yaşam koşulları bugünlerle kıyas edilemeyecek kadar ağırdı. Hastalıklar, iş kazaları, sakat kalma ve ölümler iş güvenliği ve iş güvencesinin olmaması, uzun çalışma saatleri, kaderleri ve kederleri aynı olan insanlar tüm zorluklara karşın ortak davranma eğilimlerini birleştirerek önceleri dayanışma dernekleri ve yardım sandıklarını kurdular. Bu yapılar zamanla daha da gelişerek ve örgütlenerek bugün ki manada sendikal hareketlere dönüştü.
Sanayi Devrimi sonrası önce İngiltere’de ortaya çıkan sendikal yapılar daha sonra ABD, Fransa ve Almanya’da da görüldü. Ülkemizdeki sendikal hareketlerin doğuşu ve tarihsel gelişimi batıdaki gelişmelerle paralel gitmediği gibi hayli geriden takip ettiği de söylenebilir. Bunun da sosyal, siyasal ve ekonomik nedenleri vardır. Askeri darbelerle sık sık kesintiye uğrayan demokrasimiz, hak ve özgürlük ihlalleri, örgütlenme önündeki engeller, yasakçı yasalar, özgür ve demokratik bir sendikal geleneğin oluşmasına engel olsa da DİSK’in kuruluşu ve 80 öncesi mücadele süreci dışındaki zaman diliminde Türk sendikacılığının olumlu örnekler verdiği söylenemez. Gorboçov’la başlayan SSCB’de değişim hareketi, Emperyalizmin öngörü ve istemine hizmet ederken, Sosyalist Bloğun çözülmesine neden oldu. Dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de sendikal mücadelenin ivmesi giderek düştü. Böylece kapitalizmin bunalımına bağımlı olarak emek hareketinin ve dolayısıyla sendikal hareketlerin kriz süreçleri de başlamış oldu. Bir taraftan işçi sayısı artıyor ama diğer taraftan sendikalı işçi sayısı azalıyordu. Dünya çapında bu sayısal büyümeye karşın 1960-1970’li yıllara oranla Fransa, ABD ve Türkiye gibi kimi ülkelerde sendikalı üye sayısı şaşırtıcı boyutta düşüyordu. İşçi sınıfının nicel olarak büyümesine rağmen sendikal hareketlerin gelişme gösterememesi sendikal bir kriz olarak değerlendirilmelidir. Bugün için sendikal hareketlerde bir kriz vardır. Bunun nedenleri de ciddi olarak araştırmalıdır. Şayet bu nedenler doğru dürüst saptanırsa çözüm yollarında yanlışlığa düşme olasılığı da o oranda azalır. Mevcut dağınıklık her geçen gün artarak devam ediyorsa, sendikal krizde giderek derinleşiyor demektir. Bugünün Türkiye’sin de grev ve toplu sözleşmelerde belirgin bir başarısızlık görüyoruz. Grev ve toplu sözleşmeler bir sınıf örgütünün en hayati işlevlerinden birisidir. Hak aramanın bir aracı sayılan grev sayısında bir azalmayı hayatın her alanında görmek mümkündür. Sermaye doğası gereği grev kırıcılığı yapacaktır. Bu grev kırıcılığını yaparken de iş yerlerini kapatmak ya da başka yerlere nakletmek gibi çeşitli yöntemleri kullanabilir. Bütün bunlar sermayenin başvuracağı durumlardır. Yalan ve demagojiler sınıf örgütüne karşı kullandığı argümanlarıdır. Burada önemli olan sendikal hareketlerin göstereceği direnç ve mücadele azmidir. Sermayenin tehdit ve şantajına karşın emek hareketlerinin grev yapmaktan çekinir hale geldiklerini bilmemize rağmen, sendikaların ciddi bir seçenek sunamamasının, işçilerde bir güven bunalımı yarattığı açıktır.
Bir örgütü canlı tutan en büyük etmen hiç şüphe yok ki sendikal demokrasidir. Söz ve karar süreçlerinde alınan kararlarda, uygulanan politikalarda üyeler kendilerini görmek isterler. Bu olmadığında bürokratik sendikacılık egemen olur, bu da beraberinde yozlaşmayı getirir. Gelenekçi sendikaların en belirgin zaaflarından biridir. Bu da işçi sınıfının kendi öz örgütünden giderek soğumasına ve uzaklaşmasına neden olur.
Sınıf örgütleriyle siyasal iktidar hep çelişirler. Sınıf örgütü, işçileri; siyasal iktidar da sermayeyi gözetir ve korur. İşçi sınıfının talepleri siyaset alanında gerektiği kadar yer bulamamıştır. Sendikaların, sivil inisiyatiflerden ve baskı gruplarından yeterince yararlandığı söylenemez. Başta ülkemiz olmak üzere Emperyalizme bağlı tüm uluslarda ciddi bir sendikal kriz vardır ve içinde bulunduğumuz bu krizde giderek derinleşmiştir. Ama ne yazık ki bu krizler doğru yönetilmediği ve doğru önderlik götürülemediği de açıktır. Geleneksel sendikal anlayış bir çıkmaz içinde olup günü kurtarma babında düzenle daha çok bütünleşmeyi, sermayeyle daha çok uzlaşmayı düşünüyor. Hâlbuki Türk sendikacılığın geçmiş deneyimleri, başta Kemal Türkler olmak üzere DİSK’in kuruluş aşamasından 80’li yıllara kadar sınıf ve kitle sendikacılığının ve direnişinin güzel örneklerini verdiler. “Canlarına ot tıkayacağım” diyen bir çalışma bakanına karşı hiç susmadan genel grev çağrısı yaparak 15-16 Haziran Büyük İşçi Eylemi’ni örgütlediler. Yer altı Maden –İş Genel başkanı Çetin Uygur’lu Yeni Çeltek ve Aşkale, Tariş direnişleri, DİSK’in kapılarını alabildiğine sol ve sosyal demokrasiye açan DİSK ‘in genel başkanları Abdullah Baştürk ve Rıdvan Budak, Kemal Nebioğlu, Süleyman Çelebi ve Türk-İş’e bağlı Hava-İş Sendikası Genel Başkanı Atilay Ayçin gibi sendikal önderler unutulamazlar.
Evrensel boyutta içinde bulunduğumuz süreç hem liberalizm hem de sol açısından bir sınıf örgütü olarak sendikaları yeniden tanımlama, işlevlerinin yeniden anlatımına gereksinimi vardır ve sendikaların, bugün işçilerin yaşam süreçlerine ve politik arenaya daha fazla müdahale etmeleri gerekmektedir. Düne oranla bugün görev ve sorumluluk üstlenmek bir yurtseverlik görevidir. Ama ne yazık ki onları yöneten örgüt yöneticileri kendilerinin bir sınıf örgütünün temsilcileri olduklarını bildikleri halde dünün örgütlenme ve mücadele anlayışından ve buna uygun örgüt yapısını yaratmaktan hayli uzakta olup siyasal iktidarın sivil toplum örgütü kavramına uyum sağlayan bir noktaya savruldular.
Devrimci Sağlık İş Genel Başkanı Dr. Arzu Çerkezoğlu’nun dediği gibi; “Türkiye’de sendikal hareketin krizi uzun süredir gündemde. Uzun bir aranın ardından SGK verilerine dayanarak açıklanan sendikal istatistikler, ücretli çalışanın sendikalı oranının %10’un altında olduğunu gösterdi. Bu durum kuşkusuz sermaye ve hükümet işbirliği ile sınıfın sendikasızlaştırılması için yürütülen sistematik saldırılarının sonucu. Ancak bizler açısından üzerinde durulması gereken diğer bu nokta da, değişen sınıf yapısını kavramakta zorlanan geleneksel sendikal anlayışın değiştirilmesi ve sınıf hareketin bugün bu kuşatmayı ortadan kaldırması zorunludur”.
Bugün daha geç olmadan geçmişin devrimci mirasını daha da fazla tüketmeden gelenekçi sendikal harekete karşı yeni bir devrimci örgütlenmeye ihtiyaç vardır.

Hüseyin ÖZKAHRAMAN
CHP Bahçelievler Eski İlçe Başkanı